400 yıl sonrasına bizden ufacık iz kalır mı acaba? 400 yıl öncesinde aşık olmuş insanlar olsaydık, bugün o tarihlerden hiçbir izimiz kalmazdı herhalde. O halde neden gündelik korkularımızı sonsuz olduğuna inandığımız aşkımıza esir ediyoruz? Bana bunu öğreten bir kız tanıyorum, sayesinde kimseyi umursamamam gerektiğini öğrendim. İyi ki de öğrendim, hayata bakış açımı değiştirdi.
Kimse için dualar etmedim onun için ettiğim kadar. Masallardaki iki karakter gibi hissediyorum onunlayken. Tarih öncesi yaşanan aşklar gibi doğal bir his.
Hiç yumma gözlerini, işigin eksilmesin,
Gündüzüm aydinligim, ipek böcegim benim!
Güz bahçemde açilmiş o son çiçegim benim!
Fikrimin ince gülü, inci tanem, ay tenli kadınım, gönülçelenim kendi halimde bir derdim var, nasıl anlatsam kibar kibar. Bir çocuğun kurduğu, olur mu diye ömrünü geçirdiği hayalsin sen. Her gece yatarken dualarında yaşadın, o kadar çok dua etti ki, can oldun çıktın karşısına. Kokunda uyudu, saçına aşık, gülüşüne düşkün, gözlerine bitik, duruşuna hayran, yokluğuna üzgün, varlığına mutlu, aşkına yorgun, pijamalarına şaşkın, gecelerin bekçisi, gündüzün mahmuru, yatağın yaramazı, mutfağın safanuru, evin utangacı, en kıskanç adam, şarkı kâşifi, ısırgan otu, sensiz eksik, seninle tamam, sen yokken yok, seninle sonsuz olan ben, bir isimsen eğer, beni diğer isimlerden ayıran sıfatım sensin. Yazılan her sıfatta senin bir parçan var, seninle anlam kazanır adım.
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için…
Bir hikaye anlatayım. Zamanın birinde beyaz tenli, pırıl pırıl bir genç varmış. Uçsuz bucaksız bir ormanda, bembeyaz bir gömlekle hep yürüyüşe çıkarmış. Hikaye bu ya gencin kimseye anlatamadığı bir derdi varmış, sevdiği kızdan ayrı düşmüş. Hep onu düşünür dururmuş, her fırsatında bu ormanda yürür, kuşlarla konuşur, kelebeklere derdini anlatır, tırtılları severmiş. Tüm ormandaki ağaçlar onun aşkını bilir, bunu konuşurmuş. Çiçekler o mutlu olsun diye güzel kokar, meyveler o gülsün diye hayatın her renginden bitermiş. Genç, yürürken bir anda ayağının dibinde daha önce hiç görmediği kadar güzel bir meyve görmüş, yemyeşil bir elma. Elma öylesine güzel duruyormuş ki sanki şekerden yapılmış, parlaklığı göz kamaştırıyormuş. Leziz mi leziz duruyor, kokusuyla insanı mest ediyormuş. Tam bir ısırık alacakken, tombulca bir adam çıkmış karşısına aniden. Dur! sakın ısırma o elmadan! diye bağırmış. Genç, bir anda önüne gelen bu adama bakakalmış, kekeleyerek sen… sen de kimsin? ne… neden ısırmayayım? diye sormuş.
Close-up of a granny smith apples growing on an apple tree on a Central California farm.
Tombul adam;
-Bu elmanın dünyada başka bir eşi yok, bu kadar güzel bir elma hiç yetişmedi. Eğer onu yersen bugün hiç tatmadığın bir şeyi denemiş olacaksın, asla bu nefis tadı unutmayacaksın, ancak yemezsen başka insanlar dünyanın en güzel elmasının bu olduğunu düşünecek, daha iyisi olmayacağı için aramayı bırakacaklar.
Genç sormuş, ” Ya başkası görüp onu yerse ne olacak?”, “Hem elmayı yememiş olacağım, hem de onu bir başkası yemiş olacak” demiş.
Tombul adam, başlamış anlatmaya.
-Gençken bu dünyadaki tek aşık olduğum kadının peşinden gittim. Onu her yerde aradım, her taşın altına baktım, her şehirde, tüm kapıları çaldım. Kaybettiğimden emin olduğum gün karşıma kıpkırmızı bir elma çıktı. Öylesine güzel duruyordu ki dayanamadım ondan bir ısırık aldım, bir dakika geçmeden elmayı bitirmiştim ama tadını hiç unutmadım. Sonra ormanda dolaşırken burnuma taptaze çilek kokusu geldi, başımı çevirdiğimde şimdiye kadar erişmiş en güzel çileği gördüm, dayanamadım bir lokmada onu yedim. Ormanda attığım her adımda dünyanın başka nimetini buldum, yıllardır yedim, içtim kilo aldım, ormanda dolaştım. Az önce elindeki elmayı gördüm ve yediğim kırmızı elmanın en güzeli olmadığını anladım. Olan biteni anladığımda yıllar geçmişti, sevdiğimden yıllardır ayrı kaldım. Onu ararken onun sıfatını gördüğüm her şeye aşık oldum, ona aşkımın önüne geçti.
Genç sıkıca tuttuğu elmayı yavaşça yere bırakmış. Tombul adam gülümsemiş ve devam etmiş;
-Sen ormanda elma aramıyordun, sen aşkını arıyorsun. Yolda bulduğun güzellikler ona olan aşkının yansımasından başka şey değil. Sen elmayı seviyorsun, çünkü onu aşıksın. O olmazsa elmanın da bir mânâsı yok. O varsa, çürük elma dünyanın en güzel elmasıdır sana. Sevdiğine giden yoldan sapmak istemiyorsan karşına çıkan güzelliklerin senin yolundan etmesine izin verme. Aşığın elma ile ne işi var? Bırak bu elmayı aşık olmayanlar yesin.
Genç, tombul adama teşekkür edip yola koyulmuş, ne sağına ne soluna ne önüne bakmış yürürken. Elmayı kapkara bir karga kaptığı gibi götürmüş. Genç ise sadece aşkını düşünmüş, yollar kısalmış, günler kısalmış. Mevsimler saniye, yıllar gün, ömür kelebeklere ait sıfat olmuş, yaşlı bir adam oluvermiş, gözlerini bir kuvvetle kaldırmış ki sevdiği kadına varmış.
Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar
Ve yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar
Ve bu yüzden düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik,
Sarılsak yanarız deyip aşkı hep uzaktan sevdik…
Bu grup dağılmıştı, kısa süre önce tekrar toplanma kararı aldılar. Sana kıyamam, seni üzemem, Ben sensiz ölemem.