Eylüldü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu
Eylül ayrılık ayı, hasret ayı. Bana neden böyle kelimeleri kullanmıyoruz demiştin sana Yunus Emre şiirini okuyunca, Eylül ayı firkatzadenin ayıdır.
Kime kim aşk vurdu ok
Gussa ile kaygı yok
Feryat ile ahı çok
Firkatli nesnedir aşk
Sevdiğinden ayrı kalmaktır firkat, sevgiliye duyulan hicran. Sevenlerin birbirlerinden ayrılmasından doğan ayrılık acısını ifade eder.
Bir baharda görüşeceğiz sevdiğim seninle. O bahar gelip geçmeyecek bensiz. Soğuktan sokulacaksın yamacıma.
Eylüldü.
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Ben seninle bakışmalarımızı özlüyorum. Konuşmaya ihtiyaç duymadan sessizce anlaşmalarımızı. Küçük detaylarında özlüyorum seni. Ben giderken sen kapat gözlerini, sonra dünya bana dönsün açayım gözlerimi, sarılayım sana. Dört boyutta iki insanın aynı değerde olması olası değildir. Biz iki aşık, dört boyutumuzda da kesiştik, dünyayı durdurduk, zamanı durdurduk.
Üç boyutumda seninle olmasam da artık benim için tek zaman olacak, seninle olduğum zaman. Gittiğim her yerde seni düşüneceğim. Aklımda, fikrimde, dilimde hep sen olacaksın. Güllerin içinden koşarak koşarak bana geleceksin, sen benim tek gülüm olacaksın. O güzel gözlerini canım, süzerek süzerek gel bana gel.
En kötü anlarımda yanımda ol, tut ellerimi, öyle sık ki gitmeme izin verme. Büyük kırmızı bir güneş batsın ellerimi tutarken. Ellerim terlemiş, sıkmaktan uyuşmuş olsun.
Bir hayaldi sanki, bir macera. Yıkıldım kelimeler paramparça. Sen bana yeniden şarkılar söylettin. Okuduğum her yerde seni gördüm, kulağımda olan her müzik seni anlattı. Bir masaldın, sonu gelmesin diye dualar ettiğim. Beni bırakmasın dediğim, mecnunluğa yaklaştıran.
Eylüldü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Seninle sabahın köründe güllerin içinde içtiğim bir çayı arıyor olacağım. Paylaştığım bir simitin tadı yediğim en güzel yemeklerde olmayacak. İçilen bir kahvede belki tek kelimesini bile hatırlamayacağım konuşmalarımız. Sana olmadık yerde verdiğim saçma bilgiler. Gülüşmelerimiz.
Dünyada kötü insanların var oluş sebebi, bir dikenli ottur, Ferhat ve şirinleri ayırmak derdidir. Bizi ayıran dikenli otlar mutlu olamayacaklar. Sana verdiğim kalp şeklinde dutlardı, bulunan iki dal dört yapraklı yoncalar değil, onları arayıştı aşk. Biraz delirmekti. Yaşamın verdiği acıyı çekilir kılardı aşk. Geçirdiğimiz onca zamanı düşün, yaptığın işten çok birlikte olduğumuz anlar gelecek aklına. Yaptığın işi anlamlı kılmaktır aşk. Sabah koştura koştura buluşmaya gelmektir. Şiirler, hikayeler, sözlerdir. Bir parfüm kokusu, bir dokunuş, bir öpücüktü. Masanın altından birbirimize dokunduğumuz andı. Bir toplantıda birbirimize attığımız kaçamak bakış, bazen de buna gerek bile duymadığımız bakmayı kesmediğimiz zamandı aşk. Defterimize yazdığımız bir şiir, bir kelime, bir çizim.
Uzaktan birbirimizi izlediğimiz zamanlar, varlığımızın güven verdiği. En çekici hallerimiz. Yenilmeyen pilavlara karşılık iştahla yenilen makarnalar. Paylaştığımız tatlılarımız. Ansızın gelir bu zamanlar aklımıza, bir daha olacak mı sorusunu ortaya çıkarıyor insanın aklında. Kimseye belli etmeden sırtımıza dokunduğumuz. Acaba gündüz yağmurunu tekrar izler miyiz birlikte?
Dedim ya… Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin