Carl Sagan bir sözünde şunları söyler; dişlerindeki kalsiyum, kanındaki demir, elmalı turtandaki karbon hepsi bir zamanlar uzakta bir yıldıza aitti.
Çok uzun zaman önce dünyaya geldiler, şekil değiştirdiler, bazen bir balık, bir bitki, bir meyve oldular. Dişlerindeki kalsiyum acaba kaç kez şekil değiştirdi, ilk olarak nasıl ulaştı bu dünyaya? Seni oluşturan atomlar, hücrelerin, kimyasal yapın, bedenini oluşturan parçacıklar mükemmel olan düzeni mi yakalamaya çalıştı? Senin bu mükemmelliğini kaç kişi Carl Sagan’ın düşüncelerinde bulacak? Kaçı seni sevmeyi bir süpernova olmak gibi tanımlayacak?
Seninle bu gece aya uçmak isterdim. Kim bilir onu dünyadan koparan büyük çarpışmadan arda kalan ve zayıf kütleçekimi nedeniyle hala yüzeyde tutunabilmiş su molekülleri sayesinde hayatta kalırdık. Pek görülmeyen karanlık tarafında seni sürekli öperdim. Ayın yüzeyinde dans ederdik.
Bu gece Aya göz ucuyla baktım, aşkın temsilcisi, kaç aşık uykusuz gecelerinde ona bakıp birbirlerini düşündüler? Ben de onlardan biri olabilir miyim acaba?
Zamanın başlangıcında, Güneş ve Ay ilk defa görüldüğünde, aşkın tarif edilemez duygusu yaşanıyormuş. O zamanlar çoğu şey daha yaratılmamışken, bu ikisi için ışık yaratılmış. Bu görev onları sonsuza kadar ayıran, ancak aynı zamanda yaşama sebepleri olan şeymiş. Görev basit: güneş gündüzleri aydınlatırken, Ay ise onun yardımıyla geceleri aydınlatacakmış. Bu haber onları çok derinden etkilemiş; birbirleri olmadan yaşayamayacaklar ancak hiçbir zaman birbirlerine dokunamayacaklar, hiçbir zaman sohbet edemeyeceklermiş, birbirlerini yakından sevemeyeceklermiş.
Bu yüzden Ay dünyayı aydınlatırken, hep hüzünlü bir aydınlık verirmiş. Geceler, çoğu zaman insanlara acı hissettirirmiş.
Sonra bir gün Ay’a;
-Ey Ay, sen sıcak ve soğuk geceleri aydınlatacaksın, aşıkları mest edeceksin(tıpkı bugün bizim için olduğu gibi), en güzel şiirlerin baş kahramanı olacaksın.(Jorge Luis Borges’in Ay şiiri gibi)
-ve sana gelince Güneş; sen de gündüzlerin kahramanı, asil yıldızısın, en değerli yıldızsın. İnsanların içini ısıtacaksın. Onlara mutluluk vereceksin.
Ancak bu sözler iki aşığı rahatlatmamış. Ay yine de üzgün olmaya devam etmiş. Güneş ise bu durum karşısında çok üzülmüş, ancak tükenmek yok, Ay’a uzaktan ışık verecekmiş, onun ışığını arttıracakmış. Yine de Ay’ın tek başına bu acıyla başa çıkması mümkün değilmiş. Güneş dua etmiş onun için; “Ay bunu tek başına yapamaz, o benden daha kırılgandır, lütfen ona yardım et!”
Duası kabul olmuş Güneş’in ve Ay’a eşlik edip onu yalnız bırakmasınlar diye Yıldızlar yaratılmış. Sonrasında yeniden gecelere neşe doğmaya başlamış. Ancak Güneş hala tutkusuyla yanıp tutuşurmuş.
Güneş tek başına güçlü olmaya çalışırken, Ay yıldızlarla birlikte olmasına rağmen güçsüzmüş. Hayatta hiçbir aşkın yalnız olmaması gerekiyordu, çünkü ölümdü yaşanan tek başına, aşk iki kişilikti. Bu yüzden tutulma yaratılmış. Bugün, Güneş ve Ay kavuşmak için bu bahşedilmiş anı bekler dururmuş. Tutulma anında gökyüzüne baktığında insan, Güneş’in aşkla Ay’ı örttüğünü, onun üzerine uzandığını, onu sardığını görür. Bu aşka tutulma denir. Bu yüzden asla unutulmaması gerekir, eğer bir tutulmaya doğrudan bakarsan, bu aşkın büyüklüğü karşısında gözlerin zarar görebilir hatta kör bile olabilir, asla bir tutulma kadar büyük bir aşka doğrudan bakmamak gerekir.
Sessiz arkadaşlığı ayın eşlik ediyor sana, dalgın gözlerinin bugün toza dönüşmüş bir bahçe ya da avluda onu son kez çözümlediği -zamanın derinliğinde yitip gitmiş- o akşam ya da geceden bu yana. Son kez mi? Biliyorum, biri çıkıp şöyle diyebilir günün birinde sana, tam da gerçeği söyleyerek: Parlak ayı görmeyeceksin artık, tükettin yazgının sana bağışladığı fırsatların toplamını. Tüm pencerelerini açsan da dünyanın, boşuna. çok geç artık. Onu bulamayacaksın bir daha. Yaşamımız boyunca keşfeder ve unuturuz o alışılmış güzelliğini gecenin. Biliriz, göktedir hep ay. Oysa iyi bakmak gerekir ona. Kim bilir, belki de sonuncusudur!